“İktidarın el değiştirmesi” engellenemez; ancak…

Siyaset 25.04.2024, BİRGÜN

Serbest seçimler sonucu çoğunluğun değişmesi ve iktidarın el değiştirmesi olarak ‘siyasal münavebe’, sandık günü veya güvenliği sorununa indirgenemez. Sandığa giden yolun da sürekli açık ve güvenli tutularak sandık sonucuna saygıyı gerekli kılar.

Bu anlamda demokrasi, siyasal iktidarın elde edilmesi, kullanılması ve devrinin meşru ve özgür biçimde gerçekleştiği yönetim biçimi olarak da tanımlanır.

TBMM’nin 104. ve 1924 Anayasası’nın 100. Yılı olması, Nisan 2024’ü, öncekilere göre çok daha anlamlı ve önemli kılıyor.

Siyasal münavebe (yerdeğişim) ilk kez, 1924 Anayasası’nın 26. yılında gerçekleşti. Buna karşılık Cumhuriyet’in son çeyreğinde siyasal münavebe yolu tıkandı. Oysa 1961 Anayasası ile hukuk devletiyle tanışan Türkiye, 1940’lı ve 50’li yıllarla karşılaştırılamayacak ölçüde siyasal birikim ve deneyim elde etti.

Ne var ki, AKP ve koalisyon ortakları, Anayasal kurum ve kuralları, çoğunluğu elde tutmalarını sağlayacak yönde sürekli biçimlendirdi. Müzakereler öncesinde AB’li muhataplarına verilen “demokrat görüntü”, Avrupalıların da işine geldi.

Otoriterleşme yönündeki adımlar 2007’de belirginleşti; 2011 sonrası yetki yoğunlaşması ile sürdürüldü. 2014’te Başbakan, doğrudan CB koltuğuna oturdu.

2015’te genel seçimde AKP azınlığa düşünce Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın açık hükmüne karşın seçimleri yineledi. 2017’de ise, hiçbir haklı neden yokken, bu kez yeni ortağı ile AKP, OHAL ortamında Anayasa’yı siyasal münavebe yolunu göstermelik kılacak biçimde değiştirdi.

2023 genel seçim sonuçlarında 6’lı Masa’nın ‘hata-hançer ve harakiri’ zinciri etkili olmuş olsa da asıl belirleyici, 2017 kurgusu tek kişi yönetimi oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).

31 Mart 2024 yerel seçimleri öncesi PBDBY’nin, Ankara’dan Anadolu’ya başlattığı ‘Devlet seferberliği’, bu kez seçmenlerce püskürtüldü. Demos (halk), gücünü göstererek PBDBY’nin sonunu başlattı.

Sandıktan çıkan iradeye saygılı açıklamalar yapan ortaklar, ilerleyen haftalarda, “Bu Devlet sandıkla kurulmadı; Biz bitti demeden bitmez” vb., geçmişe ve geleceğe yönelik bilgi kirliliği yaratıcı ve demokrasi karşıtı söylemlere yöneldi.

Osmanlı-Cumhuriyet Anayasal ve siyasal mirasını (kalıtını) reddeden AKP-MHP koalisyonu,  sandık ve Anayasa yoluyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımları karşısında gücünün sınırlarını fark etmek zorunda.

2028 yolunda baş aktör CHP’nin yerel yönetimlere ilişkin çalışmaları kayda değer; bunları örgütsel yeniden yapılanma izleyecek. Ulusal düzeyde ise, nitelikli yasama çalışması ve Anayasa’nın etkili kılınması hedefi çok önemli.

“Ancak”, AKP-MHP’nin yarattığı ve yaratacağı hasarın ağırlığı, hiç göz ardı edilmemeli. Belediyelerin ağır borç yükü ve yavru saraylar şatafatı, Nisan 2024 günceli. Bir de Nisan 2028’i tasavvur edelim (imgeleyelim), seçimlerin zamanında yapılacağı varsayımı ile. En başta gelenler:

– Gelecek kuşakları da yoksullaştıran borç batağı ve denk olmayan bütçe sorunu.

– Ekosistemi bozulmuş; kültürel, tarihsel ve doğal varlıkları üzerinde yabancı egemenlik alanları kurulmuş bir ülke, Akkuyu’dan sözleşmeleri ihalesiz uzatılan liman işletmelerine dek.

– Mezhep-tarikat-cemaat kıskacında ‘paralel programlar’ yoluyla ‘kindar kuşaklar hedefi: Kur’an Eğitimi Merkezleri (KEM), lise öğrencileri için Diyanet’çe kuruluyor (RG: 20.4.24); tam da 1924 Anayasası’nın 100. Yılında. Ne rastlantı! Böylece, ilk ve ortaöğretimdeki ÇEDES’in lise kanadı ortaya çıktı: KEM.

Ülke, depremlerden İliç cinayetine, ne denli büyük yıkımlarla sarsılırsa sarsılsın, AKP-MHP ikilisi, bu üç koldan Türkiye’nin geleceğini karartma kararlılığını sürdürüyor.

Karartmalara karşı uyanıklık, bütün yurttaşların görevi.

CHP, 31 Mart öncesine göre, TBMM’de sayı bakımından olmasa da, siyasal güç bakımından çok daha önde. Çok yönlü yıkımın Türkiye’yi yönetilemez bir ülke eşiğine sürüklememesi, “Anayasa yoluyla siyaset” ve “hukuk yoluyla demokrasi” gerekleri yönünde ön alıcı ve ön açıcı politikalara CHP’nin öncülük etmesine bağlı.
==========================================
Yazarın Son Yazıları

Erdoğan, Hamas ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
22 Nisan 2024, Cumhuriyet

“Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, köktendinci terör örgütü Hamas’ı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Kurtuluş Savaşı’nın lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve liderliğini yaptığı Kuvayı Milliye hareketiyle özdeşleştirdi!

Erdoğan daha önce de ABD emperyalizminin kurduğu şeriatçı ve köktendinci “Özgür Suriye Ordusu”nu Kuvayı Milliye ile özdeşleştirmişti.

Bu özdeşleştirmeler, tarihsel gerçeklere ve olgulara tümüyle aykırı olduğu gibi, Kuvayı Milliye’ye ve Atatürk’e yönelik bir hakarettir ve

  • Erdoğan’ın şeriatçı ve köktendinci kimliğini bir kez daha kanıtlamaktadır.

“Diyanet Akademisi”nde yaptığı konuşmada açıkça şeriatı savunan Erdoğan’ın Hamas hakkındaki açıklamalarına da şaşırmamak gerekir.

Nitekim Erdoğan’ın, Filistin Devlet Başkanı ve Filistin Kurtuluş Örgütü eski liderlerinden Mahmud Abbas yerine, Hamas’ın liderlerinden İsmail Haniye ile görüşmesi, ayrıca iktidara geldiğinden beri Hamas ile ilişkilerini geliştirmesi, Erdoğan’ın şeriatçı ve köktendinci siyasal çizgisini açıkça ortaya koymaktadır.
***
Birincisi,

  • Kuvayı Milliye, farklı siyasal görüşlerden olan insanların emperyalizme karşı mücadele için kurduğu bir milli/ulusal direniş hareketidir.
  • Hamas ise ümmetçi, şeriatçı, köktendinci bir örgüttür.
    Ümmetçi örgütler kategorik olarak milli (ulusal) olamazlar.

İkincisi, Kuvayı Milliye hareketinin kurucusu ve lideri Atatürk laiklik ilkesini benimsemişti ve ulusal kurtuluş hareketini bir şeriat ve din devleti kurmak için başlatmamıştı.

Üçüncüsü, Hamas, Mısır’daki şeriatçı, köktendinci, ümmetçi örgüt “Müslüman Kardeşler/İhvan” tarafından kurulmuştur.

Müslüman Kardeşler” kurulduğu 1928 yılından bu yana Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da düşmanlık yapmıştır.

Kurtuluş Savaşı’na ve Kuvayı Milliye hareketine karşı mücadele veren, Britanya emperyalizmiyle işbirliği yapan, Teal-i İslam Cemiyeti kurucularından Mustafa Sabri adlı vatan haini de, Mısır’daki “Müslüman Kardeşler” örgütüne destek olmuştur.

Müslüman Kardeşler” aynı zamanda, Süveyş Kanalı’nı millileştiren ve Britanya denetiminden kurtaran, Mısır’daki anti-emperyalist mücadeleye öncülük eden Cemal Abdülnasır yönetimine karşı da mücadele vermiştir, yöneticilere karşı birçok terör eylemi düzenlemiştir.

Dördüncüsü, ABD ve İsrail, Yaser Arafat’ın öncülüğündeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bölmek ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını önlemek için, Hamas’ın kurulmasına destek vermişlerdir. Hamas yakın bir geçmişe dek, ABD emperyalizminin Orta Doğu’daki uyduları olan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler tarafından da desteklenmiştir.

Beşincisi, Kuvayı Milliye hareketi, Hamas gibi, sivil katliamlar ve sivillere yönelik sistematik terör eylemleri gerçekleştirmemiştir, askeri hedeflere yönelik askeri operasyonlar düzenlemiştir.
***
İsrail hükümetinin Gazze’de gerçekleştirdiği kitlesel katliamları bahane ederek Hamas’ın hamiliğine soyunan, Hamas’ı Kuvayı Milliye ile özdeşleştirecek ölçüde ayarlarını yitiren ve 2007 yılından beri Türkiye’deki laik düzeni yıkmak için sistematik bir biçimde ilerleyen Erdoğan ile yeni anayasa konusunda hiçbir pazarlığın yapılamayacağı açıktır.

AKP ve MHP, “sivil anayasa” maskesi altında, laiklikle ilgili maddelerin içini boşaltacak teokratik bir anayasa hazırlığı yapmaktadırlar. Erdoğan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e bu konuda bir tuzak kurma hazırlığı içindedir. Bu nedenle de Özel’in Erdoğan ile gerçekleştireceği görüşme önemlidir ve Özel’in bu konuda çok dikkatli olması gerekmektedir.

CHP’nin mevcut yönetimi, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun laiklikten ve CHP’nin ilkelerinden uzaklaşma yönteminden ne denli uzak durursa ve CHP’nin ilkelerine ne denli çok sahip çıkarsa, gelecekte de o ölçüde başarılı olacak; belediye seçimlerinde kendisine oy verenleri hayal kırıklığına uğratmayacak ve genç kuşaklar için umut olmayı sürdürecektir.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çarşamba İğneleri – 24 Nisan 2024

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

Haftanın tüm iğneleri Org. Çetin Doğan’ı ağır hastalıkları ve geçirdiği ameliyata karşın cezaevine gönderen vicdan ve insaftan (toplamında insanlıktan) yoksunlara…

ÇOCUKLAR

Adalet Bakanlığı’nın görevde yükselme mülakat sınavında “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kaç çocuğu vardır?” diye soruldu.

Yükselmeler o çocuklar sayesinde olduğu için, meslektaşlarına yardımcı olmak istemişler…

PAYDAŞ

CHP’li belediye imar planını hazırladı, AKP’li belediye onay verdi. Bursa’nın en değerli bölgelerinden birinde Menzil tarikatına yaklaşık bin metrekarelik arsa ve belediye ek hizmet binası verildi.

Ülkede tarikat-cemaatlerin palazlanmasında iktidar kadar CHP’nin de payının olduğunun resmidir…

YÜKSEKTEKİLER

RTE, Hatay seçimlerinde ölülere oy kullandırıldığı için CHP’ce yapılan itirazın geçersiz ve yalan olduğu için YSK tarafından reddedildiğini açıkladı.

Açıklamanın yapıldığı saatte YSK henüz toplanmamıştı.

  1. Yalancı kim/ler?
  2. YSK’da yargıçlar hukukçu mudur? Kararları yasalara göre mi verirler?
    (AS: AY m.79/4, 11 üyenin 6’sı Yargıtay, 5’i Danıştay’dan geliyor.. yüksek yargıçlar..)
  3. Yargımız bağımsız mıdır?

ÖNCELİK

Almanya Cumhurbaşkanı eşitinden önce İBB Başkanı İmamoğlu ile görüştü.

AB/ABD yeni temsilcisini parlatmada mıdır?..

BAŞARI

Enflasyonda Afrika ülkelerini de geçerek dünya dördüncüsü olduk.

Ne mutlu ekonomist, dünya lideri tek adama sahip ülkeme!..

ANAYASA

AKP Bursa milletvekili İsmail Aydın, Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilebileceği hatta kaldırılabileceğini söyledi.

  1. Bu o vekilin tek kişilik beyinciğinin ifadesi değildir. Gericilerin hayalidir. 
  2. Çok AKP’ler gelir geçer o maddeler aynen, AKP‘nin hayali de hayal olarak kalır…

Mustafa AYDINLI ŞİİRİ : SALLAMA BOŞA

ŞİİR KÖŞESİ


Mustafa AYDINLI

Eğitimci – Yazar
Halk Ozanı

SALLAMA BOŞA

Kurtçu köpek olmaz sokak itinden
Şu uyuz tazıyı çullama boşa
Kangal sucuk yapıp eşek etinden
Halis kuzu diye sallama boşa
***
Çalışan aç, yan yatanlar tok bizde
Bilim kapısını açan yok bizde
Cahil dede, sahte derviş çok bizde
İman gayretine kollama boşa
***
Dürüst tüccar varsa çıra yak ara
Sözü yalan, dolan, kıblesi para
Sakalını bırak içi de kara
Zamane şeyhini allama boşa
***
Memlekette bilgisizler yetkili
Yalan sözü gerçeklerden etkili
Her yediğin kanserojen katkılı
Organik mi diye elleme boşa
***
Biz ki gerçeklerin yüğrük atıyız
Haksız karşısında taştan katıyız
Bir haklı davanın avukatıyız
Haksızı allayıp pullama boşa
***
Aydınlı’yım sil kalbinin pasını
Öküz mü oldun boklu damın tosunu
Biz biliriz çiçeklerin hasını
Çalıyı gül diye yollama boşa

23 Nisan 1920 Millet egemenliğinin başlangıcı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

23 Nisan 2024, Cumhuriyet

Bu gün Gazi Meclis TBMM’nin açılışının 104. yılını kutluyoruz. TBMM Türklerin toplumsal ve siyasal tarihinde “mili egemenlik” ilkesinin uygulandığı bir başlangıçtır. O günlerin söylemiyle, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin gerçekleşmesidir.

I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren Mondros Ateşkes Antlaşması, 30 Ekim 1918’de imzalamıştır. 14 gün sonra, 13 Kasım 1918’de İstanbul İngiliz, Fransız, İtalyan güçleri tarafından işgal edildi. Osmanlı padişahının yaşadığı başkent İstanbul işgal altındaydı. Sokaklarında İngiliz, Fransız, İtalyan askerleri devriye olarak dolaşıyor, tüm stratejik noktalar denetim altında tutuluyordu…

İstanbul’da çalışmalarını sürdüren son Osmanlı Meclisi, 16 Mart 1920’de İngiliz askerleri tarafından basıldı, milletvekilleri tutuklanarak Malta Adası’na sürgüne gönderildi.

Ankara’da bulunan Mustafa Kemal, 19 Mart 1920’de tüm Anadolu ve Trakya’ya gönderdiği bildiride seçim yapılmasını, seçilecek milletvekillerinin Ankara’ya gelmesini “olağanüstü bir Meclis” toplanmasını ve “milletin kaderine el koymasını” istedi.

Tüm Anadolu’da sandıklar kuruldu, halk iradesini temsil edecek milletvekilleri seçildi. Temsilciler Ankara’da toplandı ve 23 Nisan 1923’te TBMM çalışmalarına başladı.

31 Mart 2024 yerel seçimleri sonrası, bugünlerde Cumhuriyetin sandıkta kurulmadığı gibi dayanaksız iddialar ileriye sürülmüştür. Oysa Nisan 1920’de tam 104 yıl önce, halk iradesi Anadolu’nun dört bir yanına kurulan sandıklarda oluşmuştu. İdeolojik planda Milli Mücadele’nin öncü ilkesi “millet egemenliği” gerçekleşiyordu.

TBMM kuruluşu, yetkileri, işleyişi, toplumsal ve siyasal oluşumu yönünden de demokratik ilkelere dayanıyordu.

Kayıtsız şartsız millet egemenliği, 1921 Anayasası’nda şöyle belirtilmiştir:

  • “TBMM’nin idare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır.” (md.1)

SAVAŞTA DEMOKRASİ

Seçimle oluşan Meclis’te asker, sivil, bürokrat, çiftçi ve yerel önderlerden oluşan halk vardı. Tüm katmanlar temsil ediliyordu.

Olağanüstü zor koşullara karşın özgür düşünce ve eleştiri en güçlü bir biçimde uygulanıyordu. TBMM, Milli Mücadele’yi, bağımsızlık savaşını demokrasi ilkelerine bağlı kalarak yönetiyordu. Prof. Dr. Bülent Tanör, “Kurtuluş Kuruluş” kitabında bu durumu “savaş demokrasisi” deyimiyle anlatır. (s.124)

ATANMIŞLAR DEĞİL, SEÇİLMİŞLER

Meclis’e atanmışlar değil, seçimle gelen halk temsilcileri egemendi. Tüm yetkiler Meclis’te toplanmıştı. Halkın gerçek temsilcileri anayasa hukuku kuramına göre bir “kurucu iktidar” yetkisiyle çalışıyorlardı. Sorunlar demokratik ilkelerle saatlerce, günlerce süren tartışmalarla çözülüyordu.

TBMM, demokrasinin ana kurucusu durumundaydı. TBMM, salt kurtuluş için, bağımsızlık için yabancı işgal güçleriyle savaşmak durumunda değildi; aynı zamanda bir iç savaş ortamındaydı. Bir yandan dış işgal güçleri, öte yandan iç savaş ve İstanbul’daki işbirlikçi hükümetle mücadele etmek zorundaydı.

Her 23 Nisan’da Mustafa Kemal’le Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi arasında geçen çok önemli bir konuşmayı anımsarım ve çok heyecanlanırım. Bu 23 Nisan’da da bu konuşmayı anımsadım ve özellikle okuyucularımızla yeniden paylaşmak istiyorum.

ANKARA’YA YÖNELİŞ

İstanbul’da işgal sürecinin şiddetlenmesi, Meclis’in basılması, milletvekillerinin ve aydınların tutuklanması karşısında Ankara’ya yöneliş başladı. Meclis başkanı Celalettin Arif, ünlü yazar Halide Edip, Dr. Adnan (Adıvar), Yeni Gün gazetesi başyazarı Yunus Nadi, Sinop milletvekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) ve Albay İsmet Bey (İnönü) gibi kişiler Ankara’ya yöneldiler.

‘ÖNCE MECLİS Mİ, ORDU MU?’

Ankara’ya gelenler, aslında yıkık dökük, cılız, asker ve ordusu olmayan bir Ankara ve onun Kuvayı Milliye önderiyle karşılaştılar. Gelenlerin kafalarında bir düşünce vardı… Evet Meclis açılacak ancak önce ordu kurulsa daha iyi olmaz mı?

İstanbul işgal altında, İzmir ve Ege işgal altında, Adana, Urfa, Antep işgal altında “Önce ordu kurulsun” diyenler temelde bu gerçekleri öne sürüyorlardı.

Ancak Mustafa Kemal’in görüşü her şeyden önce Meclis’in açılması ve çalışmalarına başlamasıydı.

Bu zor durumun yanıtları Yunus Nadi’nin Kurtuluş Savaşı Anıları adını taşıyan kitabında veriliyor. Yunus Nadi, Mustafa Kemal’le Meclis açılmadan önce yaptığı konuşmada, bu konuları Atatürk’e açıkça belirterek “Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey ordunun yokluğudur. Eğer elimizde dayanacak bir ordumuz olmazsa bütün bu güzel düşünceler ve nazariyat (teori) suya düşüp gidebilir.” diyordu. Açıkçası “Önce meclis mi yoksa önce ordu mu” sorusu en yakıcı konuydu.

‘MECLİS KURAM DEĞİL, GERÇEKTİR’

Mustafa Kemal, Yunus Nadi’ye, “Yunus Bey, aramızdaki en önemli fark şudur: Meclis nazariye (teori) değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Bana göre önce Meclis, sonra ordu olacaktır.” demiştir. Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye’yi halkla birlikte yürütmek ve “ulusal iradeyi” egemen kılmak istiyordu. (Bkz. Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları)

  • Mustafa Kemal, 100 yıl önce, “milli egemenlik”, “halk iradesi”, “seçimle oluşan meclis” gerçeğini görmüş ve önce Meclis’in kuruluşunu sağlamıştı.

Önce ordu kuralım, sonra meclisi oluştururuz” diyenlere Mustafa Kemal “Önce meclisi kuracağız” diyordu. “Meclis kuram değil, en büyük gerçektir” diyordu.

HALKA DAYALI MECLİS 

Meclis’in açılış günlerini yeniden anımsayalım:

İzmir ve tüm Batı Anadolu, Yunan askeri birlikleri; Adana, Maraş ve Urfa, Fransız askeri güçlerinin işgali altındaydı. İstanbul İngiliz, Fransız, İtalyan askeri güçlerinin işgali altında ve padişah da bu güçlerin denetimi altındaydı. İşte bu koşullarda 104 yıl önce TBMM, 23 Nisan 1920’de açılıyor ve çalışmaya başlıyordu.

  • Seçimle oluşan Meclis’in çalışmaya başlaması, Milli Mücadele’yi yepyeni bir aşamaya,
    halkla bütünleşen bir düzene taşımıştır.

Milli Mücadele artık halka dayalı bir Meclis’le yürütülecektir. Bu karar Mustafa Kemal’in dehasının, ileri görüşünün bir ürünüdür.


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

104 yıl önce Ankara’nın bozkırında yakılan “ulusal egemenlik” ateşinin ışığı sönmez!

Doç. Dr. İhsan TAYHANİ
Cumhuriyet – Devrim Tarihi Uzmanı
Bağlıköy – Lefke / KKTC

  • Cumhuriyet müesseselerinin (kurumlarının) bir müstebit (zorba) eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim: … Cumhuriyetin, milletin kalbinde kök saldığını görmek en büyük emelimdir.”
    Gazi Mustafa Kemal / 23 Ağustos 1930 – Yalova

Türk milletinin çoğunluğu, Büyük Atatürk’ün 94 yıl önce kimi haklı kaygılarla dile getirmiş olduğu yukarıda alıntılanan isteğini, 22 gün önce yapılan 31 Mart 2024 yerel yönetim seçimlerinde yerine getirmiş olmasına karşın; Anayasaya açıkça aykırı olarak iki şapkalı partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, 17 Nisan 2024’te partisi AKP’nin grup toplantısı konuşmasında,
bir “merkezi yönetim” ve “yerel yönetim” polemiği yaratarak kendince “ulusal egemenlik” kavramının içini boşaltmaya koyuldu.

Cumhur İttifakı’nın bileşenlerinden MHP önderi Bahçeli ise, her zamanki gibi süslü – uyaklı sözlerle örgülü benzer açıklamaları ile gizemli tarihsel (!) destek görevini yerine getirdi ve getirmeyi sürdürüyor!

Demokrasi kuramı gereği ülkeyi, kuşkusuz ulusal Meclisteki çoğunluğu elinde bulunduran siyasal güç (parti-partiler) yönetir. Ancak bu erk çoğunlukçuluğa (majority) elvermez! Demokrasinin özü çoğulculuktur (pluralizm). Yaklaşık on ay önce, 31 Mayıs 2023’te yapılan genel seçimlerde –oyları düşmekle birlikte– AKP, Meclisteki sandalye çoğunluğunu korumuştur ve doğal olarak, şimdilik ülkeyi yönetme yetkisi tek başına değil ama öncülüğündeki koalisyondadır (Cumhur İttifakı). Buna kimsenin itirazı yok ve olamaz! Ancak, yine demokrasi kuramı uyarınca, muhalefetin de seçimi kazandığında iktidar olma hakkı mutlaktır.

Geride bıraktığımız yerel yönetim seçimlerinde seçmenlerin %37.8’i ana muhalefet partisi CHP‘yi birinci parti konumuna yükseltip, yerelde güçlü bir iktidara taşımış bulunuyor. Bu tabloda CHP, Türkiye nüfusunun % 62’sini ve toplam ülke dışsatımının yaklaşık %80’ini üreten kentleri yerelde yönetme yetkisini elde etmiştir. İktidar partisi AKP ise -YSK’nın yine iktidarı kollayıcı yaygın hukuk dışı kararlarına karşın- %35,5 oy oranı ile artık ikinci partidir.

Bu net sonucu eğip bükerek çarpık anlamlar yüklemeye çalışma gülünçlüğü bırakılmalı ve sandıklara yansıyan halkın seçiminin bir “egemenlik kullanımı” olduğu gerçeği kabul edilmelidir.

2024 yerel seçim sonuçlarından doğru çıkarım; oyları ile Türkiye haritasını büyük ölçekte kırmızıya dönüştüren yaklaşık % 38’lik bir seçmen kitlesinin, 22 yıllık AKP iktidarında oldukça örselenmiş olan laik – demokratik Atatürk Cumhuriyeti’nin genleri ile daha çok oynanmasına, yalan-dolan ve talanın sürmesine, yönetim basamaklarının siyasal islamcı dinci tarikat ve cemaat üyeleri ile doldurulmasına, hukuk ve adaletin katledilmesine, görgüsüz ve haksız, ölçüsüz zenginleşmeye ve içinden geldiği halkın ezici çoğunluğuna biçilen utanılası yoksulluk dayatmasına “Duuuurrrr!” deme kararlığında olduğunu göstermiş olmasıdır! Geleceğe ilişkin züğürt tesellisi aramaya gerek yok! Birilerinin değil, ama milletin “bitti – paydos!” demesi ile AKP iktidarının da bal gibi biteceği çok iyi bilinmelidir!

104 yıl önce Atatürk sayesinde egemenliğine kavuşan Türk Ulusu; 44 yıllık iktidarı döneminde tüm askeri ve sivil yetkileri elinde toplayarak, beş yüz yıllık Roma Cumhuriyeti’ni aşama aşama mutlak bir imparatorluğa dönüştüren despot Gaius Octavianus (Augustus) heveslilerine geçit vermeyeceğini ve Laik-Demokratik Cumhuriyetin, Atatürk’ün dilediği gibi yüreğinde kök saldığını kanıtlamış bulunuyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük yapıtına sahip çıkan bütün yurtseverleri içtenlikle alkışlıyor, tüm Türk ulusunun “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı içtenlikle kutluyor,
Büyük Atatürk’e bitimsiz gönül borcumuzu sunuyor ve Anıtkabir ışıklarla dolsun diliyoruz.

MEDICAL ANTHROPOLOGY & HEALTH, CULTURE

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 18th April 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of MEDICAL ANTHROPOLOGY & HEALTH, CULTURE

Here is the 43 slides updated PDF file (3,7 MB) : Medical Anhropology & Health, Culture

Some important public health issues related to this lecture :

  • “The basis of Turkish Republic is Culture. Culture is reading, understanding what you read and training your intelligent.”  M. K. ATATÜRK
  • The lecture provides an introduction to the field of Medical Anthropology.
  • It includes the application of different forms of social and cultural analysis to the study of
    health, illness, and healing.
  • The study of this module enables the students to understand the basic theoretical and applied orientation of Medical Anthropology.
  • Medical Anthropology is a subfield of Anthropology
    that draws upon social, cultural, biological, and linguistic anthropology
    to better understand those factors which influence health
    – and well being (broadly defined), – the experience and distribution of illness,
    prevention and treatment of sickness, healing processes,
    the social relations of therapy management,
    – and the cultural importance and utilization of pluralistic medical systems.
  • The discipline of medical anthropology  draws upon many different theoretical approaches.

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

HEALTH LEVEL INDICATORS

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 19th April 2024, we conducted a 3 hours lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of HEALTH LEVEL INDICATORS.

Here is the 81 slides updated PDF file (9,7 MB) : Health_level_indicators

Some important public health issues related to this lecture :

  • Health level indicators value of information in support of public health
    Measuring the health of population Information systems and community diagnosing.
  • A health indicator is a measure designed to summarize information about a given priority topic in population health or health system performance. Health indicators provide comparable and actionable information a cross different geographic, organizational or administrative boundaries and/or can track progress over time.
  • Health indicators support provinces/territories, regional health authorities and institutions as they monitor the health of their populations and track how well their local health systems function.
  • They help in monitoring key performance dimensions described in the Health System Performance Measurement Framework, which provides a common approach for managinghealth system performance across the country.
  • Community Diagnosis (community assessment) is the foundation for improving and promoting the health of community members. The role of community assessment is to identify factors that affect the health of a population and determine the availability of resources within the community to adequately address these factors.

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Sağlık açısından da…

Yakup Kepenek

Yakup Kepenek
Siyaset 21.04.2024, BİRGÜN 

Ülkenin eğitimi, özellikle de temel eğitimi, bilimsellikten uzaklaştırıldıkça Köy Enstitüleri daha çok aranır oluyor. Yurdun her tarafında bu konuda toplantılar düzenleniyor; yazılar yazılıyor;  dahası bilimsel araştırmalar yayımlanıyor. Geçen Çarşamba 17 Nisan, kuruluşlarının 84. Yılı olan Köy Enstitüleri, en uygun deyimle, “Cumhuriyet değerlerinin kuramsal ve uygulamalı bütünlüğüdür”.

Bu yazıda önce bir deneyimimden sonra da yeni yayımlanan bilimsel bir çalışmadan giderek Köy Enstitüleri eğitiminin sağlık boyutuna değineceğim.

YAŞATMANIN MUTLULUĞU 

Öncelikle, 17 Nisan’ı neden “doğum günüm” saydığımı açıklamalıyım.
Doğu Karadeniz’de Ardeşen ile Fındıklı arasında o zamanki adı Oce olan Yeniyol köyünde annemin anlattığına göre  1938’in “ekin” ayında  doğmuşum. Doğduğumda babam asker, okuma yazmayı orada öğrenecek, evde okur-yazar yok. Doğum tarihim, daha sonra nasılsa 2 Şubat olarak kaydedilmiş. Köydeki tek öğretmenli okuldan sonra tek gidebileceğim okul Beşikdüzü Köy Enstitüsü. Ancak bunun için yaşımın büyütülmesi gerekiyor; o zamanki ilçem Pazar’da  (1930’lara kadar adı Atina) yargıç karşısına çıktım; yaşım, yargı kararıyla bir yıl büyütüldü: şimdiki 2/2/1937 yapıldı. Ben de birkaç sınıf arkadaşımla birlikte yaya dört saat yürüdükten sonra girdiğim sınavı yedekten de olsa kazandım ve Beşikdüzü Köy Enstitüsüne parasız-yatılı okuma olanağına kavuştum;  böylelikle, çoğu yalınayak, karda-kışta çobanlık yapmaktan “kurtuldum”.

Beşikdüzü Köy Enstitüsünde üç yıl, Çifteler Yunusemre Öğretmen Okulunda üç yıl eğitim gördükten ya da “enstitülerin ortadan kaldırılmasını” yaşadıktan sonra 1955 yazında ilkokul öğretmeni oldum. Sonrasında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi-ODTÜ İktisat Bölümü öğretim üyeliğine uzanan yol açıldı;  ben de 17 Nisan’ı doğum günüm sayıyorum.

İlk görev yerim Fırtına Deresi’nin sol yamacında, Ardeşen’e yaklaşık 20 km uzaklıktaki Makaliskrit (şimdiki adıyla Dikkaya)  Köyüydü. Okulda kalıyordum.  Bir gece yarısı kapım çalındı; yirmili yaşlarında bir kadın ve bir erkek karşımda; kadının kucağında bir bebek var. Ağlayarak çocuğun ateşler içinde olduğunu anlattılar. Köy, Ardeşen’e yaya dört saat, araç yok, doktor yok. Köy Enstitüsünün sağlık ders ve uygulamalarında iğne yapmayı öğrenmiştim; yanımda penisilin vardı; o yıllarda ateş düşürme onunla oluyor. Çocuğa iğne yaptım; gittiler, ertesi gün sevinç gözyaşlarıyla geldiler; çocuk kurtulmuştu.  O an duyduğum ve hiç unutamadığım mutluluk anlatılamaz. Çocuk yaşımda bir dağ köyünde bir çocuğun yaşamasını sağlamıştım.

Dahası, o yıl okulu bitiren öğrencim Osman Kosanoğlu, Köy Enstitüsü’den dönüşen Kars-Cılavuz Öğretmen Okulunu kazandı; çok başarılı bir öğretmen oldu ve yaklaşık 400 haneli Dikkaya’dan ilkokul sonrası eğitim alan “ilk kişi” oldu; onu diğerleri izledi.

  • Köy Enstitüleri işte böyle bir “olağanüstülüktü”. 

SAĞLIK EKSENİYLE… 

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılının sonlarında çok kapsamlı bir bilimsel çalışma yayımlandı:

  • “Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri”

alt başlığı “Sağlık Eğitimiyle Canlandırılacak Köy”  Kitap,  Dr. Hilmi Uysal, Prof. Dr. Mualla Aksu ve Prof. Dr. Pakize Türkoğlu tarafından yazılmış. 448 sayfa; Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği-YKKD-İzmir yayını.

Köy Enstitülerinin eğitim yönü oldukça ayrıntılı araştırmalara konu olmuş olmasına karşın, bugüne dek, bu kurumların sağlık boyutu tam bir bilinmezlik içindeydi. Çalışma, o büyük boşluğu dolduruyor.

Ülkemizde bilimsel çalışmaların AKP iktidarı tarafından iyice kurutulduğu bir dönemde bu çalışma, “bilimselliği” ile de her türlü övgüyü hak ediyor.

Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra yitirdiğimiz Prof. Dr. Pakize Türkoğlu, yapıtın Önsöz’ünde şöyle diyor:

“Okurlara sunulan Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri çalışması, tarihselliği yanında güncelliğini hiç yitirmeyen o büyük eğitim devriminin sağlık eğitimi ve sağlıkçı yetiştirme yönünde yaşanan öyküsünün araştırılmasıdır”

SONUÇ 

Köy Enstitüleri Cumhuriyetin II. Yüzyılına nasıl taşınabilir? 

Öncelikle, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Başka Bir Tarım Okulu” adıyla Köy Enstitüleri benzeri eğitim verecek bir girişim başlatmıştı; O’nun tamamlanması doğru olur.

Ek olarak CHP’li büyükşehir belediyeleri, Köy Enstitüleri’nin  “bilim-üretim yaklaşımını” temel alan eğitim kurumları oluşturmalıdır. Geçtiğimiz hafta boyunca yapılan etkinlikler ve onlara eşlik eden “toplumsal istek” böyle bir uygulamanın nesnel olarak olanaklı olduğunu kanıtlıyor.

CHP, 1940’ın gerçekten çok olumsuz koşullarında yaşama geçirdiği ancak “yüzüstü bıraktığı”  bu büyük atılımı günümüzün bilim çağının gelişmelerini de dikkate alarak tamamlamalıdır.
===================================
Yazarın Son Yazıları
 İşin gerçeği
 Seçim ‘24’ün gör dediği
Ödenmesi gereken
Ekonomi “üç direksiz” düzelmez!
Afyon’dan afyonlanmaya…

HEALTH – MEDICAL SOCIOLOGY

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 18th April 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of HEALTH – MEDICAL SOCIOLOGY.

Here is the 39 slides updated PDF file (4 MB) : Health_Sociology_AHMET_SALTIK

Some important public health issues related to this lecture :

  • Sociology is STUDY of SOCIAL CAUSES and CONSEQUENCES of HUMAN BEHAVIOUR.
  • Historically, the twin theoretical roots of Sociology are philosophy and science as they developed in the 17th and 18th centuries in Europe with the writings of thinkers such as Charles Montesquieu (1689–1755) and Jean Jacques Rousseau (1712–1778) on social forces, power, and social facts; Immanuel Kant (1724–1804) on the systematic analysis of cause and effect, ie causality relationship;
  • And Henri de Saint-Simon (1760–1825) about industry, the need for
    social reforms, and the scientific study of society and social life.
  • Philosophers such as René Descartes (1596–1650), Thomas Hobbes (1588–1679), and John Locke (1632–1704) aimed at ‘grand, general, and very abstract systems of ideas that made rational sense’.
  • İbn Khaldun (1332-1406) in fact, is the real founder of Political Sociology.
  • Medical sociology is simply the study of the effects of social and cultural factors on Health and Medicine. Specializing as a medical sociologist helps individuals view the healthcare system as a function of the society and serve it by examining and improving all its facets.
  • Medical Sociologyis the Sociological analysis of medical organizations and institutions; the production of knowledge and selection of methods, the actions and interactions of healthcare professionals, and the social or cultural –rather than clinical or bodily– effects of medical practice.

    With respect and love. 21st April 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik